20 Aralık 2013 Cuma

Mut

Eteklerimden dökülen gece

bu kapının ardına akıyor

geceleri iç çekmeleri denizi

kulaçlarım memleket meselesi

ve yine;

iç çekmesi bir şairi;

mut

-

12 Ekim 2013 Cumartesi

Kırık

Gönlüm kırılınca gideceğim tek bir yer vardı. Bilir, beni bilen. İki salıncağın tekini zaten kırmıştı bir vefasız, şimdi diğeri de yok. Çok acıttı. Giderdim, Atilla İlhan dinlerdim, kalbimi inkar ederdim bende. İnkar ederdim. Dua
ederdim. Uzak olan ışığa, içimdeki denize bakardım. Yağmur yağardı. Yıkanırdı içimdeki acı. Geçerdi. Şimdi gidecek yerim kalmadı sanki. Gitsem, kırık olanı göreceğim. Nasıl tamir oluruz? Gidemiyorum.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Güneşi Doğurabilirdim

dışarıdaki gün benim olsaydı eğer
senin için güneşi doğururdum 
sonra belki elmacık kemiğinden öperdim
öperdim eğer eylül benim olabilseydi
gregoryen'in 264. gününe varamadan 
güneşe hazırlanabilseydim ve yürüyebilseydim
sonsuzluğuna denk düşerdim
güneşe karşı durduğumuz sabah
kedinin güvercini yakalamasından belliydi her şey
-ağlamamalıydım-
ağlanmamalı sevgilim
dediğin gibi her şey olması gerektiği gibi
-böyle gerekti-
bu korkunç eylül hüzünleri
bir çocuğun elini bırakıyor kalabalıkta
kalabalıkta sevgilim, gregoryenin 264'üne yaklaşırken
gidilen bir yol gibiyim
Farid Farjad istanbulunda bu sabah
her şey olması gerektiği gibi
bir kez öpebilseydin parmakuçlarımı
gregoryenin bütün günleri bizimdi,
ellerim senin
bu eylül benim ruhumu yine kendime bağışladığı
yine yitik
ve ben en çok seni doğurdum kendi içime

bu eylül'de son
-son

27 Ağustos 2013 Salı

Hayır Hiç Yadırgamıyorum

hayır hiç yadırgamıyorum
hayır hiç yadırgamıyorum
niye yadırgayacakmışım hem
sen bana inanırsın temmuzun ortalarıydı
aldanacak bir şey yoktu, olmadı
gel demek neyse, su içmek neyse
geldimse, bir bardak suyu içtimse
hepsi de aynı şeydi aşağı yukarı.

ilk duydum, bir daha duymadım yağmurlar yağmadığını
sonradan çizik çizik oldu neye baktımsa
sevda
bir işe benziyordu tahta tezgahta
kirpikleri anımsatan, çocukların çizdiği güneşleri anımsatan
en çok da ellerin üstündeki kılcal damarları
sözgelimi yontardım, eğip bükerdim bir geceyarısını
ben öyle olağan şeyleri pek sevmem
içkisiz günlerimizi anımsa
bindiğimiz hangi kalyondu ve anlatsana
baş yanı bir köpekbalığının dişlerinden
arkası bir mırıldanma
bakkal çırağına benzer bir şeydi yokuş aşağı inen
içinde yağ paketleri, peynir
maydanozlar görünen
elinde bir sepetle oydu
ve işin en önemli tarafı
sana söylenecek her şey söylenmiş olurdu

boşuna mıydı yoksa nedensiz gülmelerim
bir yandan yüreğim daraldıkça
tam dediğim gibi
bir daha karşılaşmamak
bize özgü bir çoğulluktu.

şimdi bu akşamüstlerini niye sevmiyorum
ne bileyim ben neden
üstelik bir sap menekşe iliştirmiş ağzına
gidip geliyor durmadan
sabahla akşam arasında
deniz ötemde
deniz içimde
hayır hiç yadırgamıyorum yokluğunu
sarılıp gövdesine sımsıkı
bir kadın kendini doğurabilir isterse


                                               Edip Cansever

10 Temmuz 2013 Çarşamba

20

Unutmak. Kutsal topraklarıma unuttuğum zamanlarda
ve unutulduğumu en kahverengiyle içime çektiğimde giderim.
Giderim. Kalarak.
Sonra İçimin mavisi azalır.
Kahverengi
çoğalır nefesimde.
Kaç kişinin çam ağacı olduğunu bilmiyorum.
Benim her unuttuğumda sarıldığım çam ağacım var
Tek rüzgarda bir kahverengi.
geç kaldığımda, geç kalınmışlıklara yolculuk burası.
Ölü sayısı yaşayandan fazla burada
Bu devir ölülerin huzur verdiği devir
İçimin mavisi tükendi tükenecek
o zaman kaç olmayan kişinin doğum gününü hatırlayacağım
Mavi
yok.
Temmuzun mavisi yarısından on gün önce yok olmuş.
İçimin mavisi
yok
olmuş

11 Haziran 2013 Salı

14. Gün, 11 Haziran 2013: “Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz.”

Taksim Dayanışması’nın Basın Açıklaması(14. Gün, 11 Haziran 2013)













Taksim Gezi Parkı’na 14. Günde, Gezi Parkı için direnenlere yanıt yine polis panzeri ve gazla geldi! 10 gün önce sabah 05.00’te Gezi Parkına yapılan polis baskını ile bugün yapılan arasında sadece saat farkı bulunuyor. Bu kez 07.00’de yapılarak fark yaratılan polisin Taksim’in fethi harekatında yine onlarca yaralı ve toplumu endişeye sevk eden bir polis ablukası var. Polis ablukasının olduğu yerde demokrasiden, diyalogdan söz edilemez.
Taksim Dayanışması’nın yurttaşlarımızın ortak dileği haline gelen taleplerine hiçbir yanıt verilmemişken, İki haftadır omuz omuza her türlü dayanışmayı gösteren Gezi Parkı direnişçileri arasında parkçı-marjinal ayrımı yapılmasından medet umuluyor. Kimse parkına ve yaşamına sahip çıkanları ayrıştırmaktan medet ummasın. Biz bir arada durmaya ve haklı, meşru taleplerimizi dayanışma ile örmeye devam edeceğiz.
Oysa, Taksim Gezi Parkı’nı betonlaştıracak proje ortaya çıktığı günden bu yana kamuoyu oluşturma adına mücadele eden, parkına ve meydanına sahip çıkan, iş makinalarının önüne yatan, parkta sabahladığı için polis şiddetine maruz kalan; gece gündüz Taksim başta olmak üzere ülkenin her yanında parkı ve yaşam alanlarını savunanlara yönelik polis şiddetini kendisine yapılmış olarak kabul eden milyonlarca yurttaşımızın duygu ve taleplerini yansıtan TAKSİM DAYANIŞMASI olarak; mücadelemizin karalanmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.
Kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, Taksim Dayanışması heyeti Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşmüş ve taleplerini kendisi aracılığıyla hükümete iletmiştir. Bu görüşmenin ardından iletilmiş taleplere dair hiçbir açıklama yapılmamışken yeni ve nasıl oluşturulduğu belirsiz bir heyetle görüşmek, samimi bir diyalog çabasından ziyade kamuoyunu yanıltmaya ve milyonların günlerdir ülkenin dört bir yanında haykırdığı meşru ve demokratik taleplerin altını boşaltmaya yöneliktir. Bu gün yapılan polis çıkarması ise iktidarın niyetini ve halka karşı tutumunun en açık ifadesidir.Talepler ortadadır. Muhatap bellidir. Taksim Dayanışmasıdır.İki haftadır, şiirleri, şarkıları ve sloganlarıyla bir arada halay çeken, kadını genci, lgbt bireyi, emekçisi, inananı ve inanmayanıyla Taksim gezi parkı ve alanında demokratik tepkisini gösteren yüzbinlerin, başta Kızılay olmak üzere ülkenin 77 ilinde sokakta talepleri haykıran milyonlarca yurttaşımızın taleplerini reddeden, kendi yurttaşlarını tehdit eden, alternatif mitingler düzenleyerek toplumsal kutuplaşmayı arttırmaya çalışan AKP iktidarından endişeliyiz.Parka karşı beton kışla, toplumsal barış talebine karşı polis saldırısı ve alternatif miting dışında somut adım atmayanların çok büyük bir vebal altına girdiklerini kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.Bir kez daha yinelemek istiyoruz. Parkına ve yaşamına sahip çıkanlarla polisi karşı karşıya getirmekten vazgeçin. Gözaltına alınanları serbest bırakın, iki haftadır süren polis şiddetinin sorumlularını görevden alın ve ilk ve en temel talebimiz olan GEZİ PARKININ 1 METREKARE OLSUN BETONLAŞTIRILMAYACAĞINI, PARK OLARAK KALACAĞINI RESMİ OLARAK AÇIKLAYIN…Ülkenin ve dünyanın dört bir yanında sahip çıkılarak meşruluğu tartışılmaz bir hal alan, açtığımız davalar ve uluslararası evrensel hukuk kriterleri açısından da en temel insan hakları ve demokrasi kriterleri açısında hukukiliği tartışılamayacak olan taleplerimizin takibinde ısrarcıyız.Gezi Parkına, Taksime sahip çıkan gençlerin, meydanları dolduran kadınların, gece gündüz nöbet tutanların, evinden kalbiyle destekleyenlerin yani halkın talepleri karşılanana kadar, toplumsal barışa yönelik adımlar atılıncaya kadar buradayız. Taleplerimiz görülünceye, somut adım atılıncaya kadar parkımıza ve meydanlarımıza tüm yurttaşlarımızla birlikte büyük bir dayanışma ile sahip çıkmaya devam ediyoruz.Saat 19.00’dan itibaren taleplere sahip çıkanları bekliyoruz.Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz.
       
TAKSİM DAYANIŞMASI
(Kaynak: soL haber portalı)

1 Haziran 2013 Cumartesi

Medyaya Düşman Yetişiyoruz...

Veysel Batmaz'ın MEME olarak adlandırdığı; Migros Medyası, Mainstream Media, Mümtaz Medya, Malum Medya, Marduk Medya, Maf-ü perişan Medya'ya düşman yetişiyoruz, evet. 


Örgütlenme özgürlüğünün, vicdan ve ideoloji özgürlüğünün ve en önemlisi ifade özgürlüğünün olmadığı bir demokratik(!) ülke düşünün ve onun yanlı medyasını. Medyanın kendine düşman yetiştirilecek hale geldiği ortada.
Gezi Parkı eyleminde yaşananlar ve medyada bunların ne kadar yer aldığı da apaçık ortada. Sayın Başbakan: "  Bazı medya kuruluşları halkı kışkırtıyor" diyor. Hangi medya kuruluşundan bahsediyor?


Sosyal medya kullanmayanların çoğu durumdan bihaber -hoş, sosyal medyayı da kendi çizgilerine sokma dertlerindeler ya!-
Enformasyon ile demokrasi arasındaki bağ tartışılmaz... Enformasyonu kitlelere iletmesi gereken yegane güç olan medya ise korkak! Medyanın doğru olmadığı hiçbir yerde ne hukuk ne siyasetten bahsedilebilir. Biz doğru olmayan bu medyaya düşmanız...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bak,Günaydın Getirdim



Tüberkülozlu bir cenin büyüyor sanatoryumda
adı:Uzay.mor, içinde yavruağzıyla
arnavutlu karaköy sokağında tanrının parmak izleri,
tini dağılmış içime yerleşmiş.
kaf dağının ardından gelen karanlık;
yıldızlar sıkıştı adanın tavanına pek çok
şairle
bulutları üfle
üfle ki dağılsın
-Bak,günaydın getirdim...


28 Mayıs 2013 Salı

“Don Draper’ların hükümdarlığı bitti.”

MediaCom’un Beyond Advertising toplantısında konuşan Sorrell, yaratıcılık ve medyanın daha ahenkli bir arada olabileceği döneme girildiğini savundu.
Dünyanın en büyük reklamcılık organizasyonu WPP'nin CEO'su Sir Martin Sorrell'e göre mecra veya medya sesajdan daha önemli hale geldive bu gelişme yaratıcılarla medyacıların daha ahenkli bir araya gelebilecekleri yeni bir dönem kapısını açıyor
Geçtiğimiz hafta Salı günü Londra’da MediaCom tarafından düzenlenen Beyond Advertising toplantısında konuşan Sorrell, mecranın veya medyanın yaratıcı içeriğin doğasını belirlediğini ve bu durumun geleneksel reklam ajanslarında rahatsızlık yarattığını söyledi.“Yaratıcıların hükümdar olduğu günler geçti ve bugün medya departmanları çok daha ön planda ve merkezdeler. Şimdi dengeli bir durum söz konusu ve böylesi daha iyi. Dünyayı bir zamanlar Don Draperlar yönetiyorlardı ama artık değil.” 
Sorrell şöyle konuştu: “Yaratıcıların çözmesi gereken sorunun doğası değişti. Acımadan doğruyu söylemek gerekirse, mesleğimizde bir gerginlik yaşıyoruz. Medyacıların yapmak istedikleri, Don Draper günlerinde yaratıcılık fonksiyonu olarak kabul ediliyordu. Diğer yandan yaratıcılar da daha fazla medya veya matematik fonksiyonu üstlenmek istiyor.”  
Sorrell’e göre, medyacılar ve yaratıcılar arasındaki kopukluk,  yaratıcıların medyanın önemini unutmaları ile 80’lerin sonunda 90’ların başında yaşandı. Bu kopma, hak ettikleri değeri görmediklerini düşünen medya departmanındaki insaların ayrılıp kendi ajanslarını kurmalarına neden oldu. “Bu bir hataydı fakat sıkılan diş macununu tüpe geri sokamazsınız.”Ancak Sorrell, yaratıcıların ve medyacıların yeni ve daha dengeli şekilde bir araya gelebilecekleri fırsata bugün sahip olunduğuna inanıyor. 
Doğru dijital beceri karışımına sahip doğru yetenekleri istihdam etmenin WPP’nin stratejisinin hayati bir parçası olduğunu belirten Sorrell, “Dev bilgisayar tarlalarına sahip Google, Yahoo, AOL veya Facebook gibilerle veya MIT’de doktora yapmışlarla rekabet edebiliriz demiyorum fakat onlar gibi daha çok insanımız olmalı. Üstelik bizimle çalışmak daha eğlenceli” şeklinde konuştu. 
WPP’nin Asya, Rusya, Çin ve benzeri pazarlarda önümüzdeki beş yıl içinde pazar payını yüzde 45’e yükseltmeyi hedeflediğini belirten Sorrell, aynı dönem içinde dijital işlerin de yüzde 30-45 arasında büyüyeceğini tahmin ettiğini söyledi. 
Sorrell, nisan ayındaki bir diğer açıklmasında da Lehmann Brothers’ın çöküşünü takiben pazarlama disiplininin küçümsenmeye başladığını ve son yıllardaki global ekonomik sıkıntıların başladığını öne sürmüştü.
         (Kaynak: radikal.com.tr)

10 Mayıs 2013 Cuma

Helios Bağışlasın


-Vaktidir,vaktidir;
karanlığın.

Sophokles'in  dediği:
" Bir hikayede neler olacağı her zaman bellidir."
Her zaman bellidir gelen, geçen, gidecek olan.
Geçip gidendir kırlangıçları anımsamak,
anımsamak: geçip gidendir.

Ada'da ad(a)sız kaldığımdan
yaz için Ekim'i bağışlamam lazım.

-Ve güneşi sırtlamam...


30 Nisan 2013 Salı

-düş



Bu yüzyılın sanatı bu;
düşmek,en mavi derinde.
böyle bir kılgıyı nasıl değiştireceğiz?
yada
değiştirebilecek miyiz,değiştirmeli miyiz?
sustuklarımıza düşüyoruz
kendimize düşüyoruz.
hep kendimize sarılıyoruz.
Bu çağ,ruhun karşısında uzam.
düştükçe kırılan ve kırıldıkça yalnızlaşan.
böyle sarsılmaz bir kütle.
bir iki banktan uçuyorum,
dragosun tek ışığından, ayın bana bakan tek yüzünden.
düşmek pahasına uçuyorum.
içimde beslediğim hüma ile.



18 Nisan 2013 Perşembe

Antigoni'den Uzanan Ellerini Öpüyorum


Ellerim milattan önceki zamansızlıktan aşırılmış
zaman en büyük yanılgısı yüzyılların.
ellerim Antigoni' den, dedemden
balık kokar
dedemin sandalının adı karışma sen
dedem sandalıyla huzurlu
anlamlı bir sesleniş günüme:
karışma sen
sus
özüm; Antigoni' den denizde kayıp Halki' ye uzanıyor.

benim özüm.
herşey maviden maviye geri dönmeye çabalıyor.
batan, bu denizde batıyor.
dedem Burgaz'ın
Burgaz dedemin
içinde ki toprağa balıklarını seriyor
köşesine çekildi
yirmi dört yıldır köşesinde
susuyor,konuşmuyor,karışmıyor
benim özüm dedemden kalma mavilik

karışmıyorum,tirşeliğimi dedemin balıklarından alıyorum.

5 Nisan 2013 Cuma

Soğanı Mor


Renk karmaşası ve anlam daralması..
Yılların geçtiği,ancak mor çiçeklerin soğanlarının hala var olduğu
şu dönemde bahçemden doğuyorum ışığı kesik Bendis'in yerküresine.
Bütündüm parçası bozuk zihniyete.
gecenin bu kuşları bütün.
Bir provayı prova ediyor fırdöndüler.
Zamanın farkındalık duygusu yılgı.
her şeyi birbirine bulandırdığım göğ ile yer.
dönmez bulanıklıklarda iki şarkı.
elimle koymuş gibi bulamadım geçenleri,
eliyle koymadılar.
ışıkların denize ilişeceği yer benim bahçemin köşesi.
cağnımınimçininköşesindebirkusurgibiyanıyor.
uyku da bir kusur.
hala sümbül soğanları mevcut işte...

4 Nisan 2013 Perşembe

Turnikeden Geçenler

Hazır on beş dakikam varken son vapura, yürüyen merdivenin sağ tarafında durmak istiyorum. Sanki vapur beni bekliyor, saatini değil. Sıkıla sıkıla duruyorum merdivende. Alışık değil bünyem koşturmamaya. Öyle ki yavaş yavaş iskeleye banıyor gözlerim, mavilere. Turnikeden geçtim.Yarım bıraktığımı sandığım başlamamışlıkları başlattım.Üst güverte,adalara bakan sağ köşe her şeyin başlangıcı. Adalılar biralarını tokuşturmaya başladı. Dimitri amca çayını söyledi, çay döküldükten sonra yerine beyazı gelir. Hülasa , adalılar son vapurdan sonra sarhoştur; şarkılardan sonra... Bu yüzdendir ki köşedeki çayını dökmeyen, içipte doldurmayan Bahtiyar amcayı herkes yadırgadı.Köşeden köşeye kaçamadan kaçtı- bahtiyar-.Biz bir bahtiyar olamadık anasını satayım diyor Gabi. Ellerimi tutuyor Gabi, tüm ayıklığıyla sarhoşluğuna nem satıyor. Kınalıda inen oluyor, Burgaz'da... Heybeliye gelindiğinde Büyükadalıların durumu vahim.Yüzen meyhaneden iniliyor elbet.Benim hala acelem yok.Gabi ellerimi bırakmıyor. Koreli'den alınması gerekenler alınıyor. Alınıyor ve Bahriye Bayırı'nın merdivenleri biraz deniz kokuyor;


Karaköy'ün kahve koktuğu gibi.

Taksim'in...

20 Mart 2013 Çarşamba

Gregoryan Takvimi

Bir güzdü ki,Gregoryan takvimi'ne göre yılın 264. günü
-sadece-

Güvercinim kanlı bir elde can çekişirken
ne beyazdı o.
elimde hala sıcak kalp atışları
2
1
ah o Eylül yok mu
artık sadece Gregoryan takvimi ne diyorsa o.
manası yok.

Zaman değişiyor ve ay,
ay evrelere giriyor
ben yörüngesinde değişiyorum.

Mesih sessizdi;
acısıyla.
Gregoryan takviminde 264.günü tekabül ederken
ben Güneş Kapısı'ndan çıkıyorum.

8 Mart 2013 Cuma

ÖMRÜNÜN 30 YILI AKIL HASTANESİNDE GEÇMİŞ BİR KADIN DAHİ : CAMİLLE CLAUDEL


Camille Claudel, erkeklerin yazdığı tarihte yok edilmeye çalışılmış bir kadın sanatçı. Tarihteki yeri Rodin'le ilişkisi çerçevesiyle sınırlandırılmaya çalışılan bu kadının bazı eserlerinin dahi Rodin'ce çalındığı, gayri resmi tarihin bilgileri arasında

'kadın sanatçı' olabilmek için...


"Galiba herkes haklı. Bu mutsuz sanat, koca sakallıların işi, doğaya onca yakın olan kadınların değil..."

1864 yılında Fransa'nın küçük bir köyünde doğan Camille kil çamurdan yaptığı insan büstlerini mutfak fırınında pişirerek heykel yapmaya başladığında, kadınların konumları konusunda çok katı bir anlayışa sahip olan annesi onun bu tutkusunu utanç verici bulmakta, her fırsatta engellemeye çalışmaktaydı. Bu konuda Camille'in en büyük destekçileri daha sonra ünlü bir yazar olacak olan kardeşi Paul Claudel ve oldukça ileri görüşlü bir ilkokul müdürü olan babası oldu.
Kadınların sanat dünyasındaki yerinin fahişelikle eş tutulan modellikten ileri gitmesinin tartışma konusu bile olmadığı bir dönemde Camille inadı ve babasının ona inancı sayesinde heykel üzerine eğitim almaya karar verdi. Bu niyetle başvurduğu Akademi'den "gerçekten eşsiz bir yeteneği olduğu" ama kadınların sanat üzerine eğitim görmesinin mümkün olmadığı cevabını alarak reddedildi. Bunun üzerine sadece kızlara ait bir atölyede heykel çalışmaları yapmaya başladı ve bu atölyeyi ziyaret eden Rodin'in dikkatini çekti. Genç sanatçıyı kendisiyle çalışmak üzere yanına çağıran Rodin'in bir süre sonra ona danışmadan ve onun yardımını almadan siparişlerini yapamaz hale geldiği bilinir.
Camille'in 19 yaşında sadece erkeklerin çalıştığı bir atölyede kendisinden 21 yaş büyük olan Rodin'le çalışıyor olması ne ailesinin ne de sanat çevresinin hoşuna gitmemiş ve hatta hemcinsleri olan modeller bile "kadın olduğu" için Camille'e poz vermeyi reddetmişlerdir. Rodin'le evlilik dışı bir beraberlik yaşamaya başlaması ve annesi tarafından evden kovulması, zaten sadece kadın olduğu için yoluna birçok engel çıkan Camille'in hayatını daha da zorlaştırır.

Camille iniş ve çıkışlarla 15 yıl süren bu aşk ilişkisinden hem bir sanatçı hem de bir kadın olarak onulmaz yaralar almış olarak çıkar. Elbette ki Rodin'in benzer bir ilişkiyi başka bir kadınla da sürdürüyor olmasına karşın herhangi bir tepki ve zorlukla karşılaşmamış olduğunu belirtmeye gerek yok. Tüm bunlara karşın heykel yapmaya ve sergilere katılmaya devam eden Claudel, anatomi konusundaki yeteneği ve yapıtlarındaki duygusal ifadelerinin derinliğiyle benzersiz bir heykeltıraş olduğunu kabul ettirmeyi başarmış olsa da bir kadına çizilen alanın sınırları vardır.


Çakuntala.

Sanat çevrelerinde çoğunlukla görmezden gelinmekte ya da eserlerindeki cinsel boyut yüzünden ahlakçı yergilerle karşılanmaktadır. Eserleri için yapılan olumlu yorumlar ise bir heykeltıraşın yaratıcılığını takdir etmekten çok, Rodin'in öğrenci yetiştirmek konusunda becerisini öven niteliktedir. En önemli yapıtlarından biri olan ve Rodin'le yaşadığı aşka göndermeler yapan "Çakuntala" ile ödül aldığında ise yorumlar heykeli, sevgilisi için Rodin'in yaptığı yönündedir. Paris'te Claudel'in yeteneğini takdir etmek ama yapıtlarını çirkin ve edepsiz bulmak, başarısını ise Rodin'e biçmek genel eğilimdir.
Paris'in, tüm devrimleri ve yenilikleri dünyanın geri kalanından önce kucaklamakla övünen sanat camiası konu bir kadın olunca en eski, en dar kafalı tutuculuktan ve iki yüzlülükten vazgeçememektedir.

Camille akıl hastanesinde

"Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi... mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye, yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü."

Claduel son sergisini açtığında 44 yaşında ve bu yorucu savaştan tükenerek değil aklını yitirerek çıkmış bir kadındır. Söylentilere göre sürekli heykel yaptıktan sonra bunları kırıp dökmektedir.

49 yaşına geldiğinde, annesi tarafından kardeşi Paul'ün kariyerini kötü etkileyeceği korkusuyla ömrünün kalan 30 yılını geçireceği akıl hastanesine kapatılır.




Akıl hastalığı sınırlarına nasıl ulaştığı konusunda çeşitli söylentiler olsa da en akla yatkın olanı yine üzerinde çok çeşitli söylentiler olan hırsızlık skandaldır. Çağın en büyük heykeltıraşı Rodin, Claudel'in eserlerini çalmış olduğu söylentisi o gün için Camille'in şizofrenliğine verilen, bugünden bakıldığında ise daha gerçekçi bulunan bir söylentidir.

Yine de bu konuda Camille'in kendi notları dışında kesin bir bilgi yoktur, Rodin'in Camille'e yazdığı mektuplar yıllar önce çalınmış ve yazılı birçok kanıt ortadan yok olmuştur. Bir iddiaya göre Rodin, Camille'in aklını yitirdikten sonra yaptığı heykelleri kendi ismiyle sergilemiş, bir iddiaya göre ise Balzac heykelinde kullandığı fikri Claudel'in üzerinde çalışmakta olduğu bir dev figüründen çalmıştır.


Birçok iddianın kesinlikten yoksun olmasına karşın, Rodin ve Claudel ilişkisinde emek sömürüsünün birçok biçimi ve bu anlamda bir hırsızlığın söz konusu olduğu su götürmez bir gerçektir. Rodin'in ömrü boyunca direk olarak yontma işini asla kendisinin yapmadığı ve beraber çalıştıkları tüm o yıllar boyunca bu işi en iyi öğrencisi ve en yetenekli iş arkadaşı olan Camille'e bıraktığı bilinmektedir. Yani Rodin'in çıkarttığı figürleri doğrudan yontan Claudel'dir. Başka bir deyişle Sabancı müzesinde hayranlıkla izlediğimiz yapıtların bir kısmı için sanat ansiklopedilerinde adı geçmeyen bu kadın heykeltıraş ter dökmüş ve büyük ihtimalle heykellerin yaratılma sürecinde de Rodin'le beraber kafa yormuştur.

Bunun da ötesinde birçok sanat eleştirmeni Rodin'in Camille'le ilişkide olduğu dönemde verdiği eserlerin sanatçının önceki ve sonraki döneminden çok temel farklılıklar taşıdığını kabul etmektedir. Örneğin Rodin'in bu dönemdeki heykelleri öncekilerin aksine statik olmaktan çok bir dans formu içinde hareketlidir ve heykelin üç boyutlu olmasının getirdiği sonsuz bakış açısını en iyi biçimde kullanmaktadır, ki bu Camille'in henüz çocukken bile sahip olduğu bir yetenektir.
Claudel'in Japon ressam Hokusai'den çok etkilendiği ve özellikle son dönem yapıtlarında, ve Japon sanatının sadeliğine ulaşma çabası içinde olduğu göze çarpmaktadır.

Claudel sadece önemi bir sanatçı olarak değil aynı zamanda, çağının kalıplarını hem sanatsal boyutta hem de bir kadın olarak yıkmak için ölesiye mücadele etmiş bir kadındır. Eserlerinde apaçık ortada olan bu çaba bile tek başına onu sanat tarihinin önemli figürlerinden biri yapmaya yetmekte ve bu cesur kadın isminin geçtiği sansasyonlardan çok heykelleriyle hatırlanmayı hak etmektedir.

Özge Yılmaz , İstanbul
Kadın Emeğinin Sanatsal Sömürüsü ve Claudel.
11 Kasım 2006 ,Bianet’ten.




21 Şubat 2013 Perşembe

Kuzgun



Geceyi ihtiva ediyor bu adam
karanlık:
lirik senfonisi kanıksadığım yalnızlığın
telvesinden bakamadığım fallar remilleri çağırdı
izbe
zaman durduğunda en büyük sihirbazda ölecek
sonra,sonrası derin lahit

-ben de kalktım kuzgunu öptüm...

9 Şubat 2013 Cumartesi

Deniz Var Mıdır Bulut Kokan?

deniz: bulutun kokusu, hüma kuşunun gölgesi.
güneş ,tam festival nedensiz hüzünlerde.
anaforunda yalnızlığın görmek ile gitmek eylemi.
zamanı geldiğinde, gelen yerde olacağım.
durduğu yerde kırmızı.
bütün dağınıklığımla
tüm betimlemelerle yanacağım
son mısra adam olsun ki,
günlerin tutuştuğu
bilmem kaçıncı paralelin gecesinde
İstanbul'da olmayacağım.
ne bir sahil kalır geriye
ne bir zamansızlık raks eden Umay'da
bu baharın akşamüstünde bir yerlerde unuttuğum yerdeyim.
Halki:
bir ada, sarkacı Marmara'nın.
şimdi gitsem şu bilmem kaçıncı paralelin vaktinde

deniz var mıdır bulut kokan?
20.05.12

21 Ocak 2013 Pazartesi

Kiraz az

-Kiraz Çekirdeği-ni dolduramayacak kadar galataydık.

parçası olup bu gezegenin,
uçsuz köşelerinde -ki illaki bir köşesi var-
Suphi'yi bulacağım.

Ve ben Suphi'yi bulamayacağımın bilincindeyken,
tek kiraz çekirdeğine küfredeceğim.

ikidenizfazlaeder.